İ.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Öğrenci Kulüpleri Festivali’ne katıldık

18 Mayıs 2012 Cuma günü İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Öğrenci Kulüpleri Festivali’ne film gösterimleri ve Acıbadem Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan arkadaşımız Sinan Fındık’ın kompost ve GDO konusunda verdiği seminer ile katıldık.

Gençleri çöplerin bertaraf edilişinin çevreye verdiği zararlar konusunda bilgilendirip geri dönüşümün önemine değindik. Özellikle kaliteli toprağa dönüştürülebilecek evsel organik atıkların tüm çöplerin 3’te birini oluşturması sebebi ile evlerde kompost üretiminin nasıl yapılabileceği konusunda konuştuk. Ardından GDO’ların çıkış noktasından ve muhtemel tehlikelerinden bahsettik. Seminer sonunda grubumuza yeni arkadaşlar katıldı.

Üniversitelerdeki faaliyetlerimiz devam edecek, katılımımızı istediğiniz bir aktivite olursa bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin.

Türkiye’nin ilk presidium’u: ”siyez”

Image

Merhaba,

Biliyorsunuz Gençlik Gıda Hareketi herkese açık bir grup. Biz, Slow Food Fikir Sahibi Damaklar konviviyum üyeliği olan ve bu şekilde Gençlik Gıda Hareketi’nin parçası olan üç genç Ayşenur Arslanoğlu, Burcu Gezeroğlu ve ben Biriçim Özhuy, Türkiye’nin ilk presidium çalışmasını yapmak için bir süre önce masa başına oturmuştuk. Uzun süredir grup içerisinde konuşuyor olduğumuz insanın evcilleştirdiği ilk tahıl olan buğdayı konu etmeye karar verdik. Özellikle GDO’ları sıkça tartıştığımız bu dönemde, atalık tohumlarımızın önemini tekrar hatırlayarak, toprağımızın bereketine bir kez daha hayran kalarak hazırladık çalışmamızı.

İlk olarak Slow Food Hareketi’nin yaşgünü olan Terra Madre 2011 etkinliğimizde “Buğdayın Tarihi, Bizim Tarihimizdir” telaffuz ettik hatta. Çalışırken antik buğday türlerine dair birçok şey öğrendik. Bu antik türlerden kültüre alınmış günümüz buğdayının atası olan Einkorn yani Siyezi tanıdık. Buğdayın Anadolu topraklarından Avrupa’ya geçişini okuduk. Şu ana kadar yapılan arkeolojik kazılarda siyez buğday türü tarımının tam 12500 yıl önce başladığı toprakların bizim topraklarımız olduğunu öğrendik.

Bu buğdayı günümüzde hala geleneksel yöntemlerle bulgura işleyen insanların varlığını, Kastamonu ve köylerindeki (İhsangazi, Seydiler ve Devrekani) siyez bulgur üreticilerini farkettik. Saygı duyduk. Kastamonu’lu siyez bulguru üreticisi Mustafa Afacan’la iletişime geçip, beraber yol aldık. İtalya merkezin belirlediği presidium kriterlerini çalıştık ve bu kriterlere her şekliyle uyan “Siyez – İhsangazi Bulguru” için Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı Başkanı Piero Sardo’ya ve Türkiye masa sorumlumuz Michele Rumiz’e sunmak üzere bir dosya hazırladık.

Gönül rahatlığıyla sunduk siyez’i onlara.. Antik tür oluşu, başaklarının farklı boyları, genetik yapısı, besin değerleri bakımından zenginliği, makinayla işlenemiyor oluşu ve geleneksel yöntemlerle bulgura işlenişi her bir niteliği presidium adayı olarak onay aldı Bay Sardo’dan ve önümüzdeki aylarda bölgeye gezi düzenleyeceğini ifade etti.

Biz geçen hafta Kastamonu’daydık. Mustafa Bey’in sayesinde bütün yerel idari birimlere anlattık Slow Food Hareketini, presidium projesini ve siyez için yaptığımız ön çalışmayı. Artık projenin asıl sahipleri, onu devam ettirecek olan Mustafa Bey ve diğer paydaşlar bizden devralmak için bekliyorlar. Biz bu süreçte onlarla beraber hareket etmekten ve gerektiğinde destek vermekten keyif duyacağız.

ImageImage

Merak edenler için presidio projesi hakkında biraz bilgi paylaşıyorum. Daha detaylı öğrenmek isteyenler Slow Food ana sayfasına bakabilirler.

PRESIDIO HAKKINDA..

Presidio nedir?

Presidio, Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı tarafından desteklenen, küçük üreticileri ve kaliteli artizan ürünleri korumak için doğmuş Slow Food projesidir. Amacı üreticileri organize etmek, yeni pazar fırsatları yaratmak, lezzetlere değerlerini vererek yerel üreticilerin geleceğini korumaktır.

Presidio projesi nasıl doğdu?

Presidio projesi 1999 yılında İtalya’da Arca del Gusto’nun operatif birimi olarak kuruldu. Arca o ana kadar kaybolma riski taşıyan yüzlerce ürünün envanterini çıkarmıştı.

Presidio’lar SlowFood’un bir sonraki somut adımı oldu. Bu adımla SlowFood üretim alanlarını ve üreticileri şahsen tanımış, onların ürünlerini ve bilgilerini insanlara ulaştırmaya başlamış oldu.

 

Arca del Gusto ve Presidio arasındaki ilişki nedir?

Arca del Gusto çeşitli eksperlerin çalışmaları sayesinde oluşturulmuş, bir kaybolma riski taşıyan tarımsal gıda ürünleri kataloğudur.

1996 yılında İtalya’da doğan Arca,  Presidio projesinin fikir babası konumundadır. Genellikle Arca ürünleri arasına girmek presidio olmaya ilk adım sayılsa da bu bir kural değildir. Hatta bazı örneklerde tam zıttı bir yol da gerçekleşmiştir.

Bu 2 proje arasında başta Slow Food’un katkısı olmak üzere temel bazı farklar bulunmaktadır.

Arca projesinde merkezde ürün yer alır ve Slow Food kendisini sadece ürünün tespiti ve tasvirini yapmakla sınırlar.

Presidio’lar da ise objektif üreticinin üstünde döner. Bu sabit destek ve koordinasyon isteyen ve de cok daha yoğun çalışma gerektiren bir süreçtir.

 

Bir presidio’nun aday gösterilme süreci nasıl işler?

Yeni bir Presidio adayı gostermek isteyen kişi aşağıdakileri Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı’na yollamalıdır.

a)Eksiksiz olarak doldurulmuş adaylık formu (Slow Food Biyoçeşitlilik Vakfı sitesinden indirilebilir: http://www.slowfoodfoundation.com/welcome_eng.lasso )

b) Ürünün tarihi, üretim tekniği ve üretimin şu anki durumu  (bu Presidio seçilmesinde belirleyici biröğe olabilir) gibi ek bilgiler.

c) Tadım için ürüne ait örnek (mümkünse çok sayıda üreticiden)

Bir ürün nasıl belirlenir ve değerlendirilir?

Slow Food Bioçeşitlilik Vakfı bir ürünü presidio adayı olarak belirlerken 2 temel yönünü dikkate alır.

a)      Aday ürünün üretildiği bölgedeki gastronomi kültüründeki rolü ve yerel kimliğe olan bağlılığı ile sınırları belirlenmiş bir alanda belli coğrafi, kültürel, çevresel ve iklimsel karakterler içerisinde üretilip üretilmediği.

Jeopolitik karakterlerle gastronomik kültür ülkeden ülkeye değişeceğinden dolayı bu              değerlendirmelerde belirleyici kararı mümkün olan yerlerde yerel eksperlerden oluşan bir ekip verecektir.

b)      Ürünün sosyal, çevresel ve lezzetsel kalitesi

Başlangıç şartları nasıl değerlendirilir?

Bir ürünün Arca listesine girmesi ülkesel komisyonlar tarafından süratle kararlaştırılabilirken; Presidio’lar için Presidio ofisi (vakıf temsilcileri, yerel eksperler ve var olduğu durumlarda ulusal Slow Food ofisinin temsilcilerinden oluşur) detaylı bir çalışma yapmaktadır. Üreticinin uygunluğu ve katkısı ile ürünün taşınabilirliği ve satılabilirliği başta gelen kriterlerdir ve  sadece üretim yerinde yapılacak bir araştırmayla anlaşılabilirler.

 

Lüfer Bayramı

Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’ın başlattığı ve bizim de yanında olduğumuz “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyası ilk meyvelerini lüfer avlanma boyutunun 14 cm’den 20 cm’ye çıkarılmasıyla vermişti. Kısa bir süre sonra bir sevindirici gelişme de İstanbul Büyükşehir  Belediyesi’nin desteğiyle başlatılan lüfer bayramı oldu. Bundan böyle her yıl Ekim ayının üçüncü Cumartesi günü “İstanbul’un Lüfer Bayramı” olarak kutlanacak.

Bu senenin lüfer bayramı etkinlikleri ile ilgili detaylı bilgiyi aşağıdaki bağlantıda bulabilirsiniz:

http://fikirsahibidamaklar.org/lufer/program.html

Biz de 15 Ekim günü  İstanbul Mutfak Enstitüsü’ndeki “Anne bak! Lüfer Çizdim!” aktivitesine destek olarak çocuklarla birlikte lüfer resimleri çizdik, onlara lüferin 5 farklı boyuna verilen isimleri öğrettik ve resimlerini tamamlayanlara katılım sertifikalarını vererek onları Lüfer Koruma Timi’nin bir parçası haline getirdik.

Aktivitenin sonunda soluğu Nuruosmaniye’deki “Boğaz’ın Efendileri” söyleşisinde aldık. Her biri adeta asırlık çınar olan balıkçılarımızdan denizlerimizin eskiden ne kadar bereketli olduğunu dinledik ve bu kadar kısa sürede boğazdaki balık türlerinin birer birer nasıl azaldığı üzerine uzun uzun konuştuk.

 

 

 

 

 

 

 

Hıdrellez’i Beraber Kutlayalım

Sunumumuzu yaptık

Hollanda Gençlik Gıda Hareketi’nin düzenlediği Akademi Günü ve Film Festivali’nin ardından deneyimlerimizi meraklıları ile paylaştık. Konuğumuz Sinek Sekiz Yayınevi’nden İrem Çağıl ve diğer katılımcılarla birlikte keyifli ve ilham verici bir sohbet yaptık.


Hollanda ziyaretimizin ardından deneyimlerimizi paylaşmak için buluşuyoruz

Arkadaşlar hepinize merhabalar,

Biliyorsunuz Gençlik Gıda Hareketi Türkiye üyelerinden birkaçı olarak geçtiğimiz ay Amsterdam’da orada bulunan gençlik hareketinin organize ettiği Akademi Günü ve Gıda Filmleri Festivaline katıldık. Beraber beyin fırtınası yaptık, festival organizasyonunda gönüllü olduk, filmler izledik ve bazı gözlemler yaptık.

Şimdi oradan edindiklerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Film festivali gözlemlerimizi ve böylesi bir etkinlik için gerekenleri kendi fikirlerimizle derledik ve bir sunum hazırladık. Sürdürülebilir yaşamla ilgili ilham verici kitapları yayınlamak için kurulan ve yayın listesinde “Slow Food Devrimi”ni bulunduran Sinek Sekiz’in yayın yönetmeni İrem Çağıl da aramızda olacak ve sohbetimize eşlik edecek.

Hepinizi 16 Nisan 2011 tarihinde saat 11:00’da Slow Food Fikir Sahibi Damaklar ofisine davet ediyoruz.

Adresimiz : İstiklal Cad no:115, Garanti Han Kat:4 Oda :4 Beyoğlu

Gelmek isteyenler katılım durumlarını  genclikgidahareketi@gmail.com” adresi üzerinden bildirebilir…

 

Amsterdam’a dair

1 ayı aşkın bir süredir katılmak için hazırlanmakta olduğumuz Hollanda Gençlik Gıda Hareketi Akademi Günü ve Film Festivali’nden bu hafta başında dönmüş bulunuyoruz..4 gün süren bu organizasyona dair anlatılacaklar gerçekten çok fazla..

1.GÜN

17 Mart Perşembe sabahı öğlen saatlerinde vardığımız Amsterdam bizi bulutlu ve serin havası ile karşıladı. İlk günün programına yetişebildiğimiz yerden dahil olmak için şehrin doğusunda bulunan  Merkelbach adlı tarihi bir cafeye doğru yola koyulduk..Cafeye ulaştığımızda grup ilk tanışma kısmını tamamlamış öğle yemeğine geçmişti bile..Biz de ellerimizi birer dilim ekmek ve peynir aldıktan sonra organizasyon için tahsis edilmiş otobüse geçtik..Burda Brezilya, Kanada, Fransa, Amerika, Yunanistan, İngiltere, Almanya, İsviçre ve Romanya’dan gelen delegelerin bulunduğu grupla tanıştık. Yaklaşık 2 saatlik otobüs yolculuğu sonrasında ülkenin güneyinde bulunan Hilvarenbeek adlı bir kasabada 4.kuşağa kadar aktarılmış, aynı zamanda da bir Slow Food presidiası olan Kempen koyunun yetiştirildiği bir çiftliğe vardık (http://www.hetschop.nl/). Bu yumuşak beyaz postlu, eğik kulaklı ve tatlı bakışlı yerel ırkın adının bölgenin adından geldiğini ve bölge halkı için ne kadar önemli olduğunu öğrendik. İşte bu sebeple bir convivium kurma yoluna gitmişler zaten ve daha sonra da yetiştirdikleri soyu tükenmekte olan bu lokal ırk bir presidia ürünü haline gelmiş. Konuşmasında özellikle lokal kelimesi üzerinde çok fazla duran çitflik sahibi “Biz hayvanlarımızı sadece etlerini satmak için yetiştirmiyoruz, bizim en büyük amacımız ete değer katmak” diye ekliyor. Çiftlikte yetiştirilen hayvanları gezdikten sonra kuzeyin soğunu içimizde iyice hissetmeye başlıyoruz ve sıcak bir çay molası için toplantı odamıza geçiyoruz. Akademi Günü’nün ikinci bölümünü toplu yapacağımız beyin fırtınası ve sunumlar oluşturuyor. Her ülkenin delegelerine verilen renkli kağıtlara 15 dk. içerisinde üyesi oldukları Gençlik Gıda Hareketlerinin güçlü ve güçsüz yanlarını yazmalarını istiyorlar. Yarım saat içinde her birimiz kendimizi farklı bir grubun içerisinde farklı iki ülkenin Gençlik Gıda Hareketi hakkında düşünürken buluyoruz. Örneğin ben kendimi İngiliz, Kanadalı ve Brezilyalı delegeler arasında Fransa ve Yunanistan için düşünürken buluyorum. Her bir grup 2 saat sonunda A2 kağıtlara hazırladıkları çözüm yollarını bütün gruba tek tek sunuyor ve uzun süren saatlerin sonunda beklenen akşam yemeği zamanı geliyor. Şarap tadımı, ekmek ve tereyağı ile başlayan yemek, grubumuz içerisindeki 3 şef arkadaşımızın özenle hazırladığı 4 çeşit yemekle devam ediyor. Yemek bittiğinde herkes çok yorgun ve yoğun geçen bir günün etkisiyle otobüste uyuya kalıyor.



2.GÜN

İkinci gün Gıda Film Festivali’nin ilk günü gönüllü olarak çalışan arkadaşlarımız erkenden festivalin düzenlendiği Studio/K adlı buluşma mekanına gittiler. Diğer grup ise Amsterdam’ı keşfe çıktı. Akşamüstü bütün grup prodüksiyona ayrılmış alanda buluştu. Büyük bir insan kalabalığının olduğu ilk gün festivalin ne kadar profesyonelce hazırlandığını gösteriyordu. Gazeteciler, televizyonlar, sponsorlar herkes oradaydı…Açılış filmine giremediğim ilk gün festival alanını keşfe çıktım. Ertesi gün çalışacağım mekanları ve festival alanının ikinci katında bulunan “Stills&Structures” adlı  sergiyi gezdim. Mieke Cuppen ve Linde Freya adlı iki tasarımcının imzasını taşıyan bu sergi gıdaların yapılarına dair bir seri fotoğraftan oluşuyor. Festival alanın giriş katında bulunan slow food finder adlı (http://www.slowfoodfinder.nl/) araştırma ağının tanıtım standını gezdim. İnsanların bulundukları bölgede slow food üreticilerine ve slow food ürünlerine ulaşmalarını  saylayan bu ağ çok ilgimi çekti. Aynı oluşumun ileride Türkiye’de olması ne güzel olur diye içimden geçirdim. Geceyarısına yaklaşan bir saatte enerji toplamak için eve dinlenmeye gittik.

3.GÜN

3. Gün kısa bir Amsterdam turuyla başladı. Yemekten sonra “Become a King of Pastry” adlı workshopa gözattım ve daha sonra heyecanla beklediğim “Food Design” adlı filmi izledim. Bu filme dair anlatılacaklar ve yorumlanacaklar da bir o kadar fazla aslında..Özetle dünya üzerindeki canlı varlıklar arasında gıdayı tasarlayan yani gıdaya şekil vermeye çalışan tek varlığın insanoğlu olduğundan bahsediliyor ve endüstriyel gıdanın hangi aşamalardan geçerek tasarlandığı anlatıyor. Gıda tasarımcıları, psikologlar, ses tasarımcıları , vs gibi farklı alanlarda çalışan insanların yorumlarının bulunduğu bu film ses ve görsel efektler bakımından da çok zengin. Filmden çıktıktan sonra prodüksiyondan başka bir grupla vejeterjanlar için düzenlenecek tartışma programının salononu dekore ettim..Konuşmacıların ve misafirlerin oturacakları yerleri, yiyecekleri yemek tabaklarını, kartlarını ve onlara verilecek hediye paketlerini hazırladım. Tüm bunları yaparken de vestiyerde misafirleri karşılıyor, eşyalarını teslim alıyordu. Arada hava almak için dışarı çıktığımda girişte kurulan “farmers market” standlerini gezdim. İşim bittiğinde akşam yemeği için grupla buluştum ve yemekten sonra Tuğba ve Beril ile Amsterdam’da şehir turu yaptıktan sonra eve döndük.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

4.GÜN

Son  günümüz sabah kahvaltı için Studio/K ‘ya varışımızla başladı. Burda grupla vedalaştık ve bundan sonraki organizasyonlarda tekrar buluşmayı diledik. Günümüzün geri kalan kısmı şehir marketlerinde organik gıda arayışında geçti. Amsterdam’a dair bu 4 gün için anlatacaklarım burda bitmiyor tabi ki..Bunları sizlerle en yakın zamanda paylaşmak için sabırsızlanıyorum…Akademi gününü ve festivali düzenleyerek bizi davet eden gruba ve buradan bizim bu aktiviteye katılmamız için destek veren herkese çok teşekkür ediyorum..

Sevgiler,

Biriçim

Hollanda Birinci Gençlik Gıda Hareketi Akademi Günü ve Film Festivali’ne katıldık

Amsterdam’da birincisi düzenlenen ve Türkiye’den 3,  Amsterdam’dan 1 kişi olarak katıldığımız Akademi Günü ve Gıda Film Festivali’nden bu sabaha karşı döndük. Neler yaptığımızı kısaca anlatmak istiyorum:

1. Gün

Öğleye doğru uçaktan indik ve soluğumuzu sabahki oturumun yapıldığı restoranda aldık. Elimize aldığımız sandviçlerle programda sürpriz aktivite olarak belirtilen çiftlik ziyaretine gitmek için otobüse bindik. Otobüste kendimizi gruba tanıttık. 1,5–2 saatlik bir yolculuktan sonra çiftliğe vardık. İndiğimizde 4 kuşaktır bu çiftlikte çalışan aile tarafından  oldukça sıcak bir şekilde karşılandık. Çiftlik sahibi ve oğlu bize çiftlikte yaptıkları başta olmak üzere geniş kapsamlı bir sunum yapıp ardından çiftliğin etrafını gezdirdiler.

Soyu tükenmeye yüz tutmuş yöreye özgü Kempen koyununu yetiştirdiklerini gururla anlattılar. Çiftlikte koyun dışında inek de yetiştiriyorlar. Tabii bütün bunları organik olarak yetiştirdiklerini söylememe gerek yok heralde. Kestikleri hayvanların etlerinin hiçbirini büyük işletmelere satmıyorlar; hepsi gerçek et meraklılarına satılıyor. Bunun için bir internet satış siteleri var (http://www.hetworks.nl). Koyun ve inek dışında civar organik çiftliklerden aldıkları domuzları da işleyip satıyorlar. Çiftlikleri bizdeki TATUTA çiftlikleri gibi işliyor; gelip çalışanlar ya da düzenledikleri aşçılık derslerine katılanlar oluyor. 2010 yılında toplam 10000 kişi ziyaret etmiş çiftliği.

Çiftlik ziyaretinden sonra sıra beyin fırtınası çalışmasına geldi. Her ülke delegeleri kendi ülkesindeki Gençlik Gıda Hareketi’nin sahip olduğu potansiyeli ve sıkıntıları ayrı ayrı kâğıtlara sıraladı. Daha sonra gruplara bölündük, her gruba iki ülkenin kâğıtları verildi. Karşılaşılan sıkıntılara karşı o ülkedeki potansiyeli kullanarak nasıl çözümler üretilebileceğine dair tavsiyelerde bulunduk.

Çalışmadan sonra sıra yemekteydi. Çiftlik mutfağında çalışanlar biz içerde beyin fırtınası yaparken toplam 4 tabaktan oluşan bir yemek hazırlamıştı. Yemeklerimizi afiyetle yiyip, çiftlikteki mini marketten alışverişimizi yaptıktan sonra Amsterdam’a döndük.

2. Gün

Bir önceki gece çiftlikten geç saatte gelmiş olmamıza rağmen Şirin ve ben erkenden kalktık çünkü Gıda Film Festivali’ndeki gönüllü görevimizi yapmak için sabah erkenden festivalin düzenleneceği Studio K’da olmamız gerekiyordu.

Sabah çeşitli etraf düzenlemesi, restoran hazırlığı gibi işlerden sonra öğleden önce işletmenin mutfağına götürdüler beni. Görevim çalışanlar ve gönüllülerin öğle yemeği için masaları düzenlemek ve servis açmaktı. Öğle yemeği denince tabaklı, çatallı, bardaklı sürahili ciddi bir sofra hazırladım. Sonra yemek olarak ekmek, peynir ve fıstık ezmesini görünce gerçekten hayal kırıklığına uğradım. O kadar güç sarf ettiren işten ve cereyanda çalışmaktan dolayı üşümemden sonra sıcak bir şeyler yiyebileceğimi düşünmüştüm. Hollandalıların öğle yemeği anlayışını böylece öğrenmiş oldum.

Öğleden sonra Şirin’le çalıştığımız stüdyonun girişinde Slow Food Finder oluşumu ile tanıştık. Bu site ile istediğiniz yöredeki Slow Food üreticilerini görebiliyorsunuz. Akşama kadar çalıştıktan sonra Şirin ile “Black Gold” filmine girdik. Maalesef film İngilizce olmasına rağmen Etiyopyalı kahve işçilerinin konuşmaları Hollandaca alt yazılı olduğu için filmin yarısından çoğunu konuşulanları anlayamadan izledik. Film genel olarak kahvenin Etiyopya’dan Amerika ve Avrupa’ya gelene kadar izlediği yoldan ve bu süreç içinde Etiyopyalı işçilerin çektiği sıkıntılardan bahsediyordu. Kahve ticaretini elinde bulunduran ilk üç şirketin sırasıyla Kraft, Nestle ve Procter&Gamble olduğunu öğrendim.

3.Gün

Biriçim ve Beril’in asıl görevleri Cumartesi günü idi ama Cuma günü çalıştığım içim bugün benim fazla görevim yoktu. Vestiyer görevlisi olarak filme ya da tartışmalara gelen misafirlerin çanta ve paltolarını astım, çıkanların eşyalarını teslim ettim. Bu sırada Biriçim “Food Design” isimli filme girdi. Görevimizi bitirdikten sonra ben ve Beril de “Taste of Waste”i izledik. Film süpermarketlerdeki israfın boyutlarının büyüklüğünü anlatarak başladı. Henüz kullanma süresi dolmamış ürünler müşteriler rağbet etmiyor diye çöpü boyluyor ve bu şekilde her süpermarket yılda ortalama 500–600 ton çöp çıkarıyormuş. Süpermarketteki israftan sonra tarlalardaki israfı izledik. Patates hasat makinesi tarlanın üstünden geçtikten sonra tarlanın üzerinde hala bol miktarda patates kalıyor. Tarla sahibinin deyimiyle hasat bittikten sonra tarlayı görenlerin daha hiç hasat yapılmadığını düşüneceği kadar çok. Filmdeki çiftçinin de dediği gibi “Business writes the rules”. Yani besleyiciliğin hiçbir önemi yok önemli olan şekilsel standartlar. Bu standartlara uymayan ürünler ya iade ediliyor ya da çoğunlukla çöpü boyluyor. Tarla sahibi, civardaki ihtiyaç sahibi insanlar gelip de patatesleri topladığı zaman kendini daha iyi hissettiğini söyledi. Film New York’taki çatı tarlalar (rooftap farms), aracıları ortadan kaldıran CSA grubu ve Paris’te hallerin yanına kurulup halin çöpe attığı sebze meyveleri ayıklayıp ihtiyaç sahiplerine veren gıda bankalarından da (food banks) bahsetti. Ev atıklarının %6-12’sini yemek oluşturuyormuş. Aile başı yılda 100kg yemek atığı çıkıyormuş. Marketlerde 18:30’a kadar her çeşit ekmeği eksiksiz bulmak isteyen müşteriler yüzünden günlük beklenen ihtiyacın %10-20’si fazla ekmek üretiliyormuş. Avrupa’da yılda 3 milyon ton ekmek çöpe gidiyormuş. Attığımız miktarla Afrika 3 kere doyurulabilirmiş.

Bugün aynı zamanda Studio K’nın önünde “farmers’ market” yani bizim tabirimizle köylü pazarı açıldı. Zeytinyağı, marmelat, bal, sosis, ekmek ve tabii ki peynir satılan ürünlerden birkaçı.

4.Gün

Bugün Amsterdam’daki son günümüzdü. Sabah Studio K’ya gittik. Öğlen grupla vedalaşıp ayrıldık.

Son olarak Hollanda’daki organik akımla ilgili dikkatimi çeken bir şeyi söylemek istiyorum. Marketlerde ve yeme içme yerlerinde bol miktarda organik (onların daha çok kullandığı tabirle biyolojik) gıda bulabiliyorsunuz. Ama bu çeşitlilik ve etiketlerin arkasında yazanlar insanı düşündürüyor; organik kola ya da içinde organik palm yağı bulunan organik kurabiye gibi. “Organik” artık içi boşalmaya başlamış bir etiket olmuş sanki. Üzerinde “biyolojik” yazan gıdaları Türkiye’ye göre daha dikkatli okuma ihtiyacı duyuyorum. Türkiye’de henüz bu aşamaya gelmediğimiz için mutlu oldum. Ama sonuçta organik sektörü her geçen sene daha çok büyüyor ve büyük şirketlerin bu işe daha çok el atması kaçınılmaz. Şirket ruhu bu sektöre girdikçe organik gıdalar iyi, temiz ve adil olmaktan uzaklaşıyor. Yerel pazarlarımızın ve tanıdığımız, güvendiğimiz üreticilerin değerini bir kez daha anladım.

Festivali düzenleyenlere ve gitmemiz için bize destek olan herkese teşekkür ediyorum.

Tuğba…

Lüfere Sahip Çıkıyoruz

15-16 Mart 2011 Salı ve Çarşamba günleri Fikir Sahibi Damaklar’ın lüfer kampanyasına destek veriyoruz. Hep beraber Asmalımescit’teki bütün işletmeleri; restoranları, kafeleri dolaşacak ve bayraklarımızla, posterlerimizle Asmalımescit’i lüfer üssü haline getireceğiz. Dahil olmak isteyenler bizimle irtibata geçebilir. Hepinizi bekliyoruz…

Hollanda’ya gidecek arkadaşlarımız için yemek düzenledik.

Hollanda Gençlik Gıda Hareketi grubunun 16-20 Mart 2011 tarihleri arasında birincisini düzenleyeceği Uluslararası Gençlik Gıda Hareketi Akademi Günü ve Film Festivali için  (Internatial YFM Academy Day and Food Film Festival) davet almış, bu daveti grupla paylaşmış ve katılmak isteyenler el kaldırsın demiştik. 3 arkadaşımız el kaldırdı. Her ne kadar arkadaşlarımızın Hollanda’daki masrafları karşılanacak da olsa ulaşım ve vize masraflarına yardımcı olmak için el birliği ile bir yemek düzenledik.

Sadece Hollanda’ya giden arkadaşlarımıza yardım etmiş olmadık; hem bir araya geldik, hem aramıza yeni katılan arkadaşlarımızla tanışma fırsatı bulduk hem de henüz grubumuza dahil olmayanlara kendimizi tanıttık. Bu bizim için ilk tecrübeydi ve bundan sonra da Slow Food’un yurt dışında düzenleyeceği etkinliklere gitmek isteyecek arkadaşlarımız için benzer yemekler düzenlemeye karar verdik. Önümüzde bizi heyecanlandıran başka etkinlinler de var; 27-31 Mayıs 2011’de İtalya’nın Genova şehrinde gerçekleşecek Slow Fish ve 1-7 Ağustos 2011’de düzenlenecek ve çoğunlukla 18-25 yaş grubu gençlerin katılacağı YES (Young Europeans for Sustainable Food)  bunlardan sadece birkaçı.